Gündelik Hayatın Mekanını Yeniden Tanımlamak
Küratörler: Irina Batkova, Ezgi Bakçay Çolak
19.03 – 07.05.2015
Gündelik Hayatın Mekanını Yeniden Tanımlamak
Gündelik hayatın sayısız imgeleri, şüphe götürmeyecek varlıklar olarak otomatikman kavradığımız, analizde bulunmadan adlandırdığımız veya faydalandığımız imgelerdir. Gündelik konuflmadaki karakteristikleri aleni ve kesindir çünkü hepsi her bir bireyin kişisel geçmişinin bir parçasıdır – bu, bize ortak algıları ve bu algıları tanımlamakta kullandığımız ortak kelimeleri paylaştığımız bir topluluğun parçası olma güvencesini veren bir dünya. İdrak etmek ve kavramak için özel bir bilgi ya da konsantrasyon gerektirmeyen, bilgi alışverişinin bir aracı olan gündelik iletişim dilinin birer parçası. Bu serginin ardında yatan düşünce, izleyicinin sanatın çeşitli entelektüel alanlar arasında arabuluculuk yapmaya ve yeni anlamlarla konseptler ortaya çıkarmaya yönelik rolü üzerine düşünmesini sağlamak amacıyla “sıradan şeylerin dünyası”na görsel bir müdahale sunmak. Sanatçlar Peter Tzanev, Georgi Georgiev-Jorrras, Rada Boukova ve Cvetan Krastev farklı araştırma yaklaşımları sergilemekle beraber bir açıdan birbirleriyle benzerlik ortaya koyuyorlar: gerçekliğin basmakalıp ve sıkıcı, hatta can sıkıcı objelerinin sanatın – çelişik analizlere ve izleyicinin içinde yer aldığı eğitimsel seviye ve kültürel, coğrafi ve sıkça psikolojik durum tarafından belirlenen çok sayıdaki bakış açılarına tabi olan bir – dili üzerinden semantik transformasyonu. Gündelik yaşamın alanına gerçekleştirilen bu kasıtlı sanatsal müdahale sadece onu görsel açıdan dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda onun karakteristiklerini tanımlamada kullandığımız kelimelerin anlamlarını sorguluyor ve bizi sanatçılar tarafından yaratılan durumları ifade etmek için yeni, daha uygun terimler aramaya itiyor.
Peter Tzanev fiziksel ve hayali gerçeklik arasındaki sınırı araştırıyor. Gündelik hayatın, kasıtlı olarak seçilmiş, sıradan ve dikkat çekmeyen ama sanatçının iradesiyle sanat eserlerine dönüştürülebilecek detaylarının görüntülendiği bir fotoğraf üzerinde parlak izler bırakıyor. Ancak fotoğrafların “üzerini boyaması” sanatçının, izleyiciye “resmin her daim fiziksel gerçeklikte meydana gelen bir eylem olduğu” paradoksunu hatırlattığı böylesi bir eylemdeki rolünü de tartışmaya açıyor. Bu açıdan baktığımızda, resimsel yoruma yönelik, müze koleksiyonlarında sıkça rastladığımız klasik yaklaşımlar, yanıltıcı gerçekliğin birer örneği. Hakiki sanatsal hareketler, sanatçının belli bir objeyi bir sanat nesnesine dönüştürmeye karar verdiği anı sabitliyor. Burada Peter Tzanev, Macel Duchamp’ın “hazır nesnelerinin” ortaya çıkışının ardından oluşan yaratıcı sanat olgusunu “yeniden tanımlamakla” kalmıyor. Sanat tarihçisinin, güncel görsel kültürün çok yönlü gelişimine, sanatın kendini gerçekleştirmeye yönelik farklı stratejiler uyguladığı bir dönemin eski formüllerinden faydalanarak uygun bir yanıt vermesinin mümkün olup olmadığı sorusunu da soruyor.
Georgi Georgiev- deliklerin içinde ya da Büyük Patlamanın ilk anında meydana geliyor. betimleyen sorular üzerine kafa yoruyorlar. Irina Batkova *Yerçekimsel tekillik uzay – zaman sürekliliğinin JORRRAS, son dönemdeki projelerinin bazılarında, ayrıntılı ve kesin bir “tasarımcı muamelesi” üzerinden dönüştürülen gündelik yaşam unsurları ve objeleri kullanıyor.” Aynı zamanda onları, soğuk neon ışıklarla aydınlanan ve rahatsız edici psikopatik etkilerini yoğunlaştıran kutulara yerleştirerek kasten süperekspoze ediyor. Burada objenin işlevi ve ismi anlamlarını kaybediyor: steril beyaz bir ortamdaki kutular bir fetiş fikri öneriyor ve Norbert Bolz’un Konsumistisches Manifest (Tüketici Manifesto) eserinde vardığı sonuçlardan biriyle hızlı bir ortaklık kuruyor: Medeniyetin düzenleyiciliği aşıldığında, önemli şeyler sadece insan zihninde canlandırılır. Arnold Gelen bunu “beynin tüketimi” olarak tanımlıyor. Tüketim kendi üzerine de düşünmeye başlıyor. Yani artık kendi kendinin referansı oluyor; “artık sadece meta tüketmiyoruz, bizzat tüketimi tüketiyoruz.” JORRRAS bu enstalasyonu oluştururken ortaya koyduğu eleştirel tavır, yalnızca maddiyat kültürünün aşırılıklarına yönelik değil. Aynı zamanda Bulgaristan’ın serbest piyasa ekonomisine geçişinde de örneği görülebilecek, ahlakın ve geleneksel değerlerin yozlaşmasına neden olan gizli mekanizmaları da hedefine alıyor bu eleştiri okları.
Rada Boukova çalışmalarında gündelik hayattan objelere yer veriyor: plastik torbalar ve çantalar, balonlar, ağaçlar, karpuzlar ve benzeri objeler gündelik kullanımlarına ilişkin anlamlarından arındırılarak sanatçı tarafından karşılıklı bir ilişkiye sokuluyorlar. Bu ilişkiler onları yepyeni bir semantik seviyeye taşıyor ve bir nevi görsel bilmeceler oluşturarak objeleri farklı birkaç seviyede analiz etmeyi mümkün kılıyor. Önce işlevlerinin barizliğine dikkat çekiyorlar ancak kısa bir süre içerisinde izleyicinin bu objeleri belli bir anlama “sabitleme” konusunda tereddütte kalmasına neden oluyorlar. İzleyici, belli belirsiz bir şekilde kendi yaşam çevresine ve yeni, beklenmedik diskurlar ortaya çıkarma olasılıkları üzerine odaklanan bir araştırmacı rolüne bürünüyor. Görsel sanatçının onu çevreleyen dünyaya ait imgeler üzerindeki otoritesi üzerine tartıflan Cvetan Krastev şöyle söylüyor: “Son zamanlarda, işlerimin algılanabilir ve fiziksel safhalar arasındaki sınırda, maddesel olmaktan çıktıkları tam o noktada kalmalarını eskiye nazaran daha sık istiyorum. Görüntünün mevcudiyeti ya da yokluğu belirleyici bir faktör değil.” Bu hususta sanatçı işlerini gözlemleyen izleyiciyi belli bir yerçekimsel tekillik* alanına yerleştiriyor – burası uzay zaman bükülmesinin sonsuzluğa meyil ettiği bir konum. Burada hareketlerin sırası bildik bir sebep -sonuç silsilesini takip etmiyor. Sanatçıya küçük doğal detayları manipüle etme ya da ilk bakışta anlaşılmaz insan aktivitelerini belgeleme rolünün yüklendiği yeni bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor. Onun yerine sanatçının rolünün ufak çaplı doğal detayları manipüle etmek veya ilk görüşte anlaşılmaz olan beşeri faaliyetleri belgelemek olduğu yeni bağlılıklar yaratıyor. Bu strateji Cvetan Krastev’in video sanatında kilit noktası önemi taşıyor. İnsanın hayattaki yerini küresel boyutta tanımlamaya yönelik usta işi bir girişim bu. Bu yazarların ve projelerin seçiminde takip edilen prensipler, “hayatın fleylerini” adlandırmakta kullandığımız kelimelerin anlamlarının herkes tarafından kabul edilen anlayışının ötesinin “gözlenmesi” düşüncesinden yola çıktı. Güncel sanatçılar olarak çalışmalarında, düşüncelerinde çeşitli ifade şekilleri kullanarak görsel bir form katma özgürlüğüne sahip olan sanatçılar kendilerini görsel varlıkların yaratılmasına yönelik seçilmiş stratejilerle sınırlamamakla birlikte konuları, analitik felsefenin bilgi alanı ve onun dilin mantıksal yapısına getirdiği yorumlar üzerinden betimleyen sorular üzerine kafa yoruyorlar.
*Yerçekimsel tekillik uzay – zaman sürekliliğinin izafiyet teorisini çökerttiği bir noktadır. Burada yerçekimi alanının ölçülmesinde kullan›lan değişkinler (uzay – zaman bükülmesi veya maddenin yoğunluğu) sonsuzluğa meyil ediyorlar. Bu teoriye göre yerçekimsel tekillikler kara deliklerin içinde ya da Büyük Patlamanın ilk anında meydana geliyor. (kaynak: Wikipedia)
-Irina Batkova, Eşküratör
Gündelik Yaşam Estetiği
“Gündelik yaşamın” özgürleştirici potansiyeline olan inanç, dünyayı sarsan kent mekanı odaklı ayaklanmaların etkisiyle, 90’lı yılların ardından bir kez daha, dirilmiş gibi görünüyor. Lefebvre hala 68’de olduğu kadar genç, sitüasyonistler hala öfkeli, Bakhtin hala isyanı neşeyle besliyor. Gezi Parkı eylemlerinde olduğu gibi bir takım, patlayıcı ve yaratıcı anlar; anti – kapitalist bir yaşam olasılığını hayal edilebilir kılıyor. Artık farkındayız, özgürlük insanın ürettiği sonsuz çeşitlilikte bedensel deneyimden, sıradan nesnelerin brikolajından, imgelerin montajından hiç beklenmedik bir anda toplumsallığa sızabiliyor. İdeolojinin somut ve doğrudan eleştirisi, ölçeksiz ve tanımlanamaz olan gündelik hayattan, “sıradan şeylerin dünyasından” yükseliyor. Bu deneyimler hem sanatı hem de siyaseti yerleşik temsiliyet ilişkilerini sorgulamaya zorluyor. Bunları düşündüğümüzde, gündelik hayattan sanat alanına doğru, taze bir sabah rüzgarı esmeye başlıyor. Bu rüzgar ilişkiselleğin, rastlantının, kendiliğindenliğin, açıklığın ve üretken karşılaşmanın ihamını taşıyor. Estetik ve politika, sanat ile zanaat, çağdaşlık ve modernlik, kol emeği ve kafa emeği, teknoloji ve biliş, sıradan ve olağanüstü arasındaki eşitsizlikler ve ayrımlar dağılıp gidiyor.
İşte “Gündelik Hayatın Mekanını Yeniden Tanımlamak” projesine bu perspektiften yaklaştık. Bu dinamik ve açık uçlu karşılaşmanın İstanbul ayağında sanatçılar Kerem Ozan Bayraktar, Uğur Çolak, Meliha Sözeri ve Bahadır Yıldız’la birlikte, kuşkusuz mekansal olan gündelik yaşam deneyiminin estetik yeniden sahiplenilmesi üzerine düşündük. Gaia’da Peter Tzanev, Georgi Georgiev-Jorrras, Rada Boukova, Tzvetan Krastev ve proje küratörü Irina Batkova ile bir araya geldik. Gündelik hayat nesnelerinin ve mekanın anlamını ters yüz eden, farklı anlam dizgeleri arasında çatışmalar, boşluklar, aksaklıklar yaratan yaklaşımları, Kerem Ozan Bayraktar, Meliha Sözeri, Uğur Çolak ve Bahadır Yıldız’ı buluşturuyor. Sanatçılar gündelik hayatın sıradanlığından yola çıkıp, sıra dışı durumlar tasarlıyorlar. Yarattıkları baş döndürücü çeşitlilikte duyusal alanlar, kültürel, coğrafi, politik ön yargıları dağıtarak, izleyicinin zihninde yeni koordinatları olası kılıyor. Bahadır Yıldız’ın salaş, sıcak dünyası, Kerem Ozan Bayraktar’ın titiz sterilliği, Meliha Sözeri’nin hafif ve kütlesel heykelleri, Uğur Çolak’ın kütlesiz ve koordinatsız fotoğrafları kendi aralarında üretken karşıtlıklar oluşturarak birbirine değiyor.
Bahadır Yıldız, ahşap malzemeyi, geleneksel, kullanılmış, yaşamış nesneleri tercih ediyor: Protez tahta ayaklar, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma gaz maskesi, otomobil silecek motoru… Sanatçı kişisel belleğinden ve sahipsiz anılardan imgeler ödünç alıyor. Gündelik hayat nesneleri, sahiplerinin yokluğunda, kullanım değerlerinden sıyrıldıklarında tedirgin edici bir öznelliğe, insan biçimli bir duygusallığa bürünüyor. Otobiyografik izler, yerel kültürel imgeler, psikanalitik çağrışımlar taşıyan işler hem biraz hüzünlü hem de çokça ironikler. Bahadır Yıldız gerçeküstücü bit pazarında gezmeyi sürdürüyor. Fakat aynı anda tezgahı başında zanaatını tutkuyla icra ediyor.El emeğini çağdaş sanat alanına, hem felsefi hem estetik olarak dahil ediyor.
Meliha Sözeri, “gündelik hayatı” şimdi ve burada oluş olarak yorumluyor. Sözcükleri cümlelerden, genel geçer anlamlardan, dilin yapısal zorunluluklarından kurtarıp “şimdiki zamana” teğellemek için onlara gövdeler“ dikiyor. Onun heykellerinde sözcükler gibi gündelik hayat nesneleri de kullanım değerlerini yitirince hayaletsi bir şeffaflığa ve şaşırtıcı bir kütleye sahip oluyor. Meliha Sözeri ayrıca emek süreçleri üzerine düşüyor. Üretim aracı olan dikiş makinesini sanat alanına estetik bir ürün olarak taşıyarak yaratıcı emeğin farklı kategorileri arasında geçişlilikler sağlıyor. Sıradan bir meta ve sanat nesnesi arasındaki fark ne? Dil, imge ve hakikat arasında nasıl ilişkiler kuruyor? Şeffaflığı estetik – politik bir değer olarak nasıl çoğaltabiliriz? Meliha Sözeri bir heykeltraş olarak çağdaş sanat alanında varoluşun “yüklerini hafifletmiş” gibi görünüyor.
Kerem Ozan Bayraktar, pervanesiz bir fan, bozuk bir makine, dilsiz bir hatip, işlevsiz bir keyif işçisi. Rotası üzerinde kararlılıkla hareket ederken beklentilerimizi tetikliyor. Bedenimiz arzuyla uyanıyor. Fakat bu tuhaf nesne bizi tatminsiz bırakıyor. Ancak işaret ettiği esintinin yokluğunu hissettiriyor. Beklenen etkinin yokluğu bir kaç metre çapında bir boşluğu tıka basa dolduruyor. Kerem Ozan Bayraktar’ın işlerinin büyük bölümü bu tedirgin edici haleyi taşıyor. “Weight” başlıklı videosu, geleneksel Batı anlatısındaki acı kavramının beden ve zaman ile olan etkileşimini, yas tutan bir çocuğun hasta bir ağaçtan düşen elmalarla kurduğu ilişki üzerinden alegorik bir biçimde betimliyor. Video boyunca yanlız tasvir edilen bir çocuk ile çocuğun muğlak kaybını iyileştirme çabası, örtük bir mitolojik bağlam içerisinde anlatılıyor. Kerem Ozan Bayraktar, gündelik hayatta duyusal ilişkiselliğe dair buz gibi bir tecrübe yaratıyor.
Uğur Çolak, gündelik hayatın uzamını, doğurgan bir boşluk taşıyıcısı olarak yorumluyor. Eylemi, zamanı ve özneyi dışarıda bırakıp mekanı anlam çokluğuna gebe kılıyor. Homojen bir ışığın, neredeyse monokrom yüzeyler üzerinde dağıldığı, derinliksiz, merkezsiz, kütlesiz bir dünya bu. Gündelik hayatın eşitleyici, dengeleyici, sağaltıcı etkisi görünür oluyor fotograflarda. Geveze aklın uykuya daldığı, doğanın, hayvanların, bedenlerin yerçekiminden kurtulduğu bir cennet hayali. Sanatçıya göre bu cennet, ancak gündelik hayatta aniden parladığı anda ve geçici olarak yakalanabilir. İşte tam o anda orada olmak; oradan bakmak ancak fotoğrafla mümkündür.
-Ezgi Bakçay Çolak, Eşküratör
Sergi Kataloğu