Streptopelia Decaocto

09.02 – 26.03.2017

Bir Araştırma Olarak Sanat

Hayat denen dokunaklı hikayede sonlar ve başlangıçlar

-Marcus Graf

Şifa Girinci, sanat ve bilimsel araştırma arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlayabilen bir sanatçı. Aynı zamanda öznellik ve bireyselliğin nesnellik ve kolektivizmle iç içe geçtiği, hikaye ve tarih ilişkisine dair de bilgi sahibi. İşlerinde, dünyamızı hep eleştirel ve kişisel bir bakışısından ele alıyor. İsterse terörizm olgusunu isterse vahşi kapitalizmin toplum üzerindeki etkilerini isterse de doğanın günümüzdeki rolünü işliyor olsun, fark etmez; her zaman gerçekliği sorguluyor. Metinler ve infografikler kullanarak bilgi meselesini ele alan sanatçı, dünyanın bugün içinde bulunduğu durumu ve gerçekliğin inşasını kişisel bir bakışısından inceliyor.

Onun işlerini, son on yılda sıkça kullanılan bir kavramsallaştırmayla, araştırma temelli sanat olarak tanımlayabilirim. Güncel sanatta önemli bir alan bu. Kavramsal sanat gerçekçilikle, belgeselle ve bilimsel araştırmayla bir araya geldikten sonra birçok sanatçı da sanatı gerçekliğin değerlendirilip araştırılmasında alternatif bir yol olarak kabul etmeye başladı. Bu sanatçılar, sanatsal yaratının dünyayı anlamada bildik, genel ve ortodoks yaklaşımların dışında olanaklar sunarak bilgi üretimine katkıda bulunabileceğini düşünüyorlar. Özellikle inanç ve bilgi, gerçeklik ve kurgu, hissi olan ve olmayan arasındaki ikilemlerin üzerinden gelerek toplumumuzun değerli entelektüelleri arasına katılıyor. İşlerinin temellerinde çoğunlukla bilimsel araştırmalar yer alıyor ve projelerinin sonucunda ortaya çıkan sanatsal üretimleri bilimsel makalalere veya sunumlara benzeyebiliyor. Estetik parametreler görmezden gelindiğinde bilim ve sanat arasındaki sınırlar bulanıklaşıp, geçişe daha çok izin veren bir yapıya bürünebiliyor. Ancak sanatsal bir üretim sürecinin sonucunda ortaya bilgi değil sanat çıkıyor.

Sanatçının haklı veya bilimsel olarak doğru bir noktada olma zorunluluğu yoktur. Ya da sanatsal bir çalışmanın doğruya ulaşmak gibi bir amacı yoktur; yanlışlığından söz edilemez. Araştırma temelli sanat da ancak bu koşullar geçerli olduğunda bilineni eleştirip, gerçekliğe dair yeni görüşler öne sürebilir. Aynı zamanda bilim, nesnel bağlayıcılığı olan kurallara, ölçülebilir metodlara dayalıdır; oysa sanat öznel stratejilerle ve yaklaşımlarla ilişki içindedir. Bu yüzden de bir sanatçının üretimi kişiseldir ve işlerin her biri tekildir. Sanat işi, toplumsal ve tarihi bağlamlarından koparılıp atılamaz. Çünkü izleyici tarafından ancak bu bağlamlarda anlaşılabilir. Barthes’ın ve Foucault’nun öne sürdüğü gibi, henüz yazarın ölümü gerçekleşmedi. Henüz kaynağı belirsiz bir kakofoninin hakim olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Konuşanın kimliğinin hala bir önemi var.

Şifa Girinci yukarıda belirtilen meseleleri içselleştirebildiği için kavramla biçimi, analizle estetiği ve araştırmayla güzelliği birleştirebilen sayılı sanatçı araştırmacıdan biri. Bu yüzden onun işlerinin, aynı alanın diğer sanatçılarına önemli birer örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Bunu göç üzerine uzun süren bir araştırmanın yakın dönem sonuçlarını içeren, Gaia Gallery’deki ilk kişisel sergisinde de kanıtlıyor. Türkiye uzun zamandır hem iç hem de dış göçle şekillenen bir ülke. Sanatçı da Muğla ve Antalya civarında yaşayan Yörüklerin hikayesini bu bağlamda ele alıyor. Ailesinden dolayı Yörük kültürüne yakınlığı bulunan sanatçı, bu grubun tarihini kendi geçmişiyle bağlantılı bir şekilde araştırıyor. Yine de ortaya çıkan iş ne nostaljik ne anakronik ne de didaktik; aksine büyüleyici ve ilham verici.

Şifa Girinci, tam da Türkiye ve Balkanlar’dan göçün başladığı 1960’larda Avrupa’da görülmeye başlayan Yakalı Kumru cinsi kuşları mecazi bir unsur olarak kullanıyor; bu kuşlarla göçmenlerin hikayesini bir araya getiriyor. Minimal bir yaklaşımın sergilendiği bu işler, yoruma imkan bırakıyor. Açık mavi bir göğün önünde sadece kuşların kafaları görünüyor. Küçük tuvallerin üzerinde ayrıntılı bir biçimde tasvir edilmiş bu kuşlarla sanatçı, ornitolojik bir portre odası meydana getiriyor. İzleyici de açıklayıcı metinler sayesinde bu kuşlar üzerine daha çok bilgi sahibi olabiliyor. Karmaşık bir göç tarihinin bağlamı içinde isimsiz kalan aktörler böylece hikayelerine kavuşup bireyselleşebiliyorlar.

Sergide Avrupa’ya göç hikayelerinin yanı sıra, Türkiye’de iç göçe dair başka bir seri iş de mevcut. Girinci, beyaz rafların üzerinde sergilediği eski taşlarla Güney Ege’deki Yörüklerin hikayesine göndermede bulunuyor. Bir zamanlar bu insanların evlerinin inşasında kullanılmış taşlarla yerleşikliğin ve göçebeliğin bitmez döngüsünü işaret ediyor. İnsan kendisi ve ailesi için bir ev kurduğunda yerleşik düzene geçiyor. Ancak hiçbir yerleşik düzen sonsuza kadar devam etmiyor.

Sanatçı bu eserinde Yörüklerin hikayesine odaklanıyor. Orta Asya’dan göçüp Ege kıyılarına yerleşen bu topluluk hareket etmeyi hiçbir zaman bırakmadı. Yörük bir aileden gelen Girinci, eski ve terk edilmiş yerleşim bölgelerinde yaptığı araştırmalar sonucu taşları buldu. Bu insanların kaybolan hikayelerini ortaya çıkartabilmek için kültürlerinin temellerinde yer alan taşları toplayarak galeri ortamına taşıdı. İstedikleri takdirde izleyiciler bu taşları evlerine götürebiliyor. Böylece –sembolik de olsa- en azından döngünün ve göçün sürekliliği güvence altına alınıyor.

Sanatçının videoları da bu evlerle ilişkili. Kuşların perspektifinden gerçekleştirilmiş, gözalıcı ve huzur dolu yavaş çekimlerde, izleyici eski yerleşim bölgesini ve çevresini görebiliyor. Bu noktada bir taraftan tarihi izler üzerine düşünürken, diğer taraftan herkesin ve her şeyin hareket halinde olduğu bölgede sanal bir seyahate çıkabiliyor.

Sergide önemli bir role sahip başka bir taş daha var. Siyah bir kaide üzerinde sergilenen eski, büyük mezar taşı, serginin geri kalanındaki aydınlık ve şiirsel kuş resimleriyle, hareketin süzülüp gittiği videolarla dramatik bir karşıtlığa yol açıyor. Ağırlığı ve malzemesi, işe güçlü bir estetik, karanlık bir hava veriyor. Ancak, taşa işlenmiş çiçek rölyefleri sayesinde bu işte güzellik de vücut buluyor. İşin fiziksel varlığı, bağlamsal anlamı ve biçimsel zarafeti arasındaki zıtlıklar, onu oldukça çekici ve gözalıcı kılıyor. Serginin içinde güzel ölüme bir anıt olarak yükselen bu iş, hayat denen dokunaklı hikayenin sonunu imliyor.

Çiçek motifleri, Girinci’nin Gaia Gallery’de sergilenen başka bir serisinde de önemli bir role sahip. Küçük çerçeveler içinde yer alan, güzel renklerden örülmüş çiçekler, biçimsel ve bağlamsal olarak sergideki diğer işlerle ilişki içinde. Doğaya dair basit birer referansın ya da süslemelerin ötesinde anlamlara sahip bu çiçekler, Girinci’nin özgürlük savaşçıları olarak adlandırdığı Zeybeklerin kostümlerine bir gönderme niteliğinde. Girinci, bu küçük işler yoluyla hem tarihe ve şimdiye hem de kültür ile politikaya basit ancak şairane bir şekilde dokunuyor. Serginin bu bölümü, aynı zamanda onun sanatsal araştırma sürecinin devam edeceğinin habercisi. Sanatçı, bir sonraki araştırmasında Zeybeklerin tarihi ve kültürü üzerine incelemelerini daha derinlemesine sürdürecek.

Sonuç olarak Şifa Girinci’nin sergisi, geçmişle şimdiyi, hikayeyle tarihi, toplumsalla biyografiyi, politikle şiirsel olanı ve kavramsal ile estetik meseleler arasında ilişki kurulabileceğini kanıtlıyor. Bu yüzden de önem sahibi işleri, araştırmaya dayalı sanata ilgi duyan sanatçılar için örnek teşkil edebiliyor.

İndirmek için tıklayın